Heykeli Dikilmesi Gereken Adam!


Çeyrek asırdır dünyadaki heykeller yıkılırkan ben kalkmış  „Alaplı`ya Heykeli Dikilmesi Gereken Adam!“ başlığını atıyorum.

Olacak şey değil!.
Olsun….

İleride yıkılacağını bilsem de ben yine Alaplı`ya, hem de onun yarım asır yaşadığı ve mesleğini icra ettiği konutunun/muayenehanesinin, -ki orası şimdi buna müsait-  bir heykelinin dikilmesini, Alaplı Belediyesi`nden, Alaplı halkından istiyorum! Talep ediyorum.

Kimden mi bahsediyorum?
Kısa bir süre önce kaybettiğimiz sevgili abimiz, büyüğümüz, doktorumuz  Dr. Ahmet Acar`dan.

Çocukken hastalandığımda beni Ahmet Beye götürüp götürmediklerini bilmiyorum. Aklım ermeye başladıktan sonra hastalıktan dolayı gitmedim. Yanlız çocukluğum Dr. Ahmet Acar`ın  konut ve muayenehanesinin  bulunduğu Taşbaşı Mahallesi`nde geçti. 1970`li yıllarda oraların doğal haline daha müdahele edilmemiş, deniz ve doğa, biz çocukların doyasıya kullandığı alanlardı.



Taşbaşı Mahallesi`deki Orman işletmesine ait kayalıklardan, bilinen adıyla „Havuz“dan denize girmek, Dr. Ahmet Beyin konutunun/muayenehanesinin önünde tüm yazı kayaların düz, yarı kum,olduğu yerde günü denizde geçirmek, biz çocuklar ve yer yer aileler için vazgeçilmez bir tutkuydu.  Kayalardan bahsediyorum. Şimdiki gençler bilmez. Kayalar eger dikkat edilmez ise bıçak gibi keskin olur. Yaralanmalar, kaymalar sonucunda kırıklar çıkıklar meydana gelir. İşte bu kayalarda kaza geçiren biz çocuklara ilk müdaheleyi yapan, ya da pansumana gidilen yer, Dr. Ahmet Bey`in  muayenehanesi olurdu.

70`lerde hastane yoktu.  Ahmet Bey´in dışında doktor varmıydı, varsa sayısı ne kadardı bilmiyorum. Sağlık ocağı, ilk yardım ünitesi? Neyse... Üzerinde durmak istediğim konu bu değil. Ben, kısmen yoksulluğun ve cehaletin hüküm sürdüğü 70`li yıllarda Dr. Ahmet Acar hakkında duyduklarımı gördüklerimi anlatmak, gençleri Ahmet Bey`le buluşturmak derdindeyim.
Bir kere parayla pulla, malla mülkle uzaktan yakından alakası olmayan bir doktordu!. Mesleğine aşıktı. Mesleğinin dışında onunla ilgili olumsuz bir duyumum olmadı. Ailesine ve çocuklarına bağlıydı. Çocuklarının eğitimine müthiş değer veriyordu. Onların okuması için elinden gelen maddi manevi ne varsa yaptığını biliyorum. İki oğlunun doktor olduğunu herkes bilir. Burada şunu vurgulamak istiyorum. İsteseydi, doktorluğunu faklı bir amaçla kullanabilir, Alaplı`nın önde gelen zenginleri arasına girebilirdi. Apartmanları, katları, yatları, arsaları çocuklarına bırakabilirdi . Hayır bunları yapmadı!  Tam tersine hipokrat yeminine bağlı kalarak o çok sevdiği deniz manzaralı muayenehanesinde Alaplı halkına hizmet etmeyi tercih edip gönülleri keşfetmeyi tercih etti. Bilimin yolunu seçti. Doğrunun yanında saf tuttu.

Ahmet Bey, yoksulluğun ve cehaletin hüküm sürdüğü 70`li yıllarda Alaplı`da „Efsane Doktor“ havasını yarattı iddiasında bulunursak pek yanlış olmaz. Derdine çare bulamayan, doktor moktor gezen ve sonunda onun uyguladığı tedavi yöntem ve vurduğu iğnelerle tekrar sağlığına kavuşan insanların olduğunu sık sık duyardım. Galiba bu alana tıpta „Noralterapi“ denmekte.  Hatta Alaplı dışından hasta kişilerin ona müracat ettiğini biliyorum.
Yıllar önce Alaplı`ya uğradığımda abim İzzet Yazgan, Ahmet Beyi ziyaret ettiğini söylemişti. Arkasından da Ahmet Bey olmasaydı ben hayatta olmazdım diye ekledi! Ne olduğunu sorduğumda, yıllar sonra, çocukken yaşamından umut kesildiğinde, Ahmet Bey`in kendisini tekrar hayata döndürmüş. O nedenle Alaplı`ya her uğradığında zaman yaratıp yanına  uğradığını biliyorum. Dilerim bu ziyaretlerine ara vermez ve Ahmet Bey`in mezarının başında sevgi ve şükran yelleri estirir.

Yukarıda aktarmıştım. 70`lerde Alaplı`da hastane yoktu. Yoksulluk ve cehalet bu güne nazaran daha fazlaydı. Alaplı ve köylerde yaşayan insanlarin, -bunu tüm ülkenin geline yaymak da mümkün- hemen hemen büyük bir bölümü hastalığın son aşamasında doktora giderler. Yani yumurta kapıya dayınca harekete geçme alışkanlığı! Bu yetişkinler için ölümcül olmayabiliyor ama çocuklar için ölümcül bir durum. Çocuk kurtulsa bile yaşamının geri kalan kısmı bundan etkileniyor. İşte Ahmet Bey bunu çok iyi bildiği için kendisine son anda getirilen çocukların anne va babalarını bir güzel fırçalar, ana avrat düz giderdi. Bir bilim adam duyarlılığıyla,  hipokrat yeminiyle, cehalete karşı olan duruşuyla aslında tepkisi anne babaya değildi. Onun derdi cehalete karşı verdiği savaştı. Halkının bilgisizliğine, onların cahil bırakılmasına isyan ediyordu.
Bu yazıyı kaleme alırken Ahmet Bey`in vefatiyla ilgili çıkmış olan haberler var mı diye internete baktım. Alaplıhaberleri.com da söyle bir haber vardı:  Kdz. Ereğli Kemer köyünde 1926 yılında doğan  Ahmet Açar 1952 yılında doktorluk mesleğine başladı. 1953 yılında Alaplı ilçesinde Hükümet Tabibi görevine atandı. Alaplı’da uzun yıllar hükümet tabibi görevini sürdürdü. Emekli olduktan sonra evinin alt katına muayenehane açarak doktorluk görevine devam etti. Alaplı’da binlerce kişiyi  tedavi ederek  ilçenin efsane doktoru oldu. Düzce, Bolu, Ankara, Adapazarı, İzmit ve Ankara illerinden hastalar tedavi olmak için Alaplı ilçesine gelmeye başladılar. Son zamanlarda sağlık sorunları nedeni ile doktorluk mesleğini yapamaz hale gelince mesleğini bırakmak  zorunda kaldı. Dr. Ahmet Açar’ın  3 kız 2 erkek 5 çocuğu var.  Oğulları Hakan Acar dış doktoru, Hurtan Acar Beyin cerrahi uzmanı,  Kızları Necla Açar Ziraat mühendisi, Hülya Açar yüksek hemşirelik, Fatoş Acar Grafik Tasarım bölümünde okudu. Eşinin önceki evliliğinden olan Cumhur Eraydın ile Hayrettin Eraydın Erdemir emeklisi Ali Eraydın gümrük muhafaza memuru idi.“

Haberde iki konu ilgimi çekti. Birincisi haberin başlığı „efsane doktor Ahmet Acar“ Bu tespiti ben de yukarıda kullandım. Bu hissiyat bende 70`li yıllarda oluşmuştu. İkinci olarak; çocuklarının eğitimi. Aydın bir babadan bu beklenir. Düşünebiliyormusunuz. Bu çocukların yetiştirdiği gençlerin ülkeye ve insanlığa katacağı artı değerleri.
Haydi Alaplı, „efsane doktor Ahmet Acar`ı“ ölümleştir. Heykelini dikmesen bile, bir parka bir hastaneye, halkın çok sevdiği bir yere ismini ver. Adına hastane aç. Kütüphane kur. Ne bileyim, yap birşeyler, yap ki „efsane doktor Ahmet Acar`ı“ yeni kuşaklar daha iyi tanısınlar. Tanısınlar ki bir deniz feneri gibi gençlerin yolunu aydınlatsın.

İlhami Yazgan / Köln / 11.12.2014 / iyazgan@web.de