Şehir efsanesi modern
çağın kulaktan kulağa yayılan, doğruluğu şüphe götürür, uydurma folklorik
hikâyelerine verilen addır. Birçok folklorik hikâyede olduğu gibi şehir
efsanelerinin her zaman uydurma ve gerçek dışı olduğu söylenemez ama genelde
çarpıtılmış, abartılmış ve heyecan katılmış hikâyelerdir. Gelişen teknoloji ve
yeni trendlerle birlikte daha önce hiç duyulmamış yepyeni şehir efsaneleri de
türetilmektedir. Son yıllarda bilgisayar ve internet kullanımının yaygınlaşması
ile şehir efsanelerinin sayısı ve çeşitliliğinde artma görülse de teknolojinin
olumlu yansımaları ışığında birçok belgeye rahat ulaşılması, şehir
efsanelerinin yerini „gerçek ve yaşanmış“ olaylar almakta.
Çocukluğumda herkes gibi bende Alaplı Tarihi ve bağlı olduğum Yazıcizade'ler ailesinin fertleri hakkında birçok şehir efsanesi dinledim. Bu efsanelerin en heyacan verici olanı 1800`lu yılların ortalarında yaşamış olan Yazcızade Hüseyin Bey hakkında anlatılan „Derebeyi“ efsanesidir. İlk anlatıldığında bir „Şehir efsanesi“ olduğunu kavrayamamıştım. Sonradan, tarihsel olayları öğrendikçe kulaktan kulağa, dilden dile dolaşan, gerçeklerden uzak, „Şehir efsanesi“nden çok „Kasaba efsanesi“ kıvamında bir gerçekle karşı karşıya olduğumu anladım.
Anlatılan kasaba
efsanesine göre Yazıcızade Hüseyin Bey, Alaplı`nın önde gelen bir „Derebeyi“
idi. Her nedenle olursa olsun Yazıcızade Hüseyin Bey Osmanlıya başkaldırmıştı!
Neden ve niçin başkaldırdığı bilinmediği için efsanenin gerisi anlatılmıyor,
içi doldurulamıyordu. „Derebeyi“ kendi başına buyruk olan, hükümetin memuru iken zamanla bu bağları
koparan nüfuz ve kudret sahibi kişiler hakkında kullanılan bir tâbirdir.
Hukûmet tarafından müsamaha gören fakat asayişi bozdukları zaman da üzerilerine
kuvvet gönderilen derebeyleri zamanla güçlenip hanedanlık kurmaya çalışırlar.
Görebildiğim kadarıyla Yazıcizade Hüseyin Bey'in böyle hanedanlığı yoktu. Hatta
derebeyi olarak hüküm sürdüğü Alaplı`dan Gelibolu'ya bir süreliğine sürgüne
gönderildiği de anlatılıyordu. Orada bir dönem sürgün oluşu ve tekrar Alaplı`ya
dönüşü… Türk edebiyatında Kemal Tahir'in kullandığı "Osmanlı'da oyun
bitmez" deyimi Yazıcizade Hüseyin Bey'in bağrında şöyle devam
ediyordu: saraydan gönderilen cariye ile
girdiği gerçek gecesinin sabahında koca Yazıcızade (Hacı) Hüseyin Bey
„zehirlenerek“ ölmüştü. Daha doğrusu saraydan gönderilen „ajan“ cariye
tarafından zehirlenmişti. Bir de üstüne üstlük cariye kimseye sezdirmeden gerdek
sabahı bir küp dolusu külçe altınla ortadan kaybolmuştu.
Grek ve Latin
kayıtlarında Cales-Kales, 16 ile 18 yüzyıllar arasında Samako olarak
adlandırılan Alaplı`nın önde gelen ayanlarından Yazıcızade (Hacı) Hüseyin Bey
„Derebeylik“ eğilimlerinden dolayı Osmanlı tarafından cezalandırılmış(tı)mıydı?….
Yazıcızade Hüseyin Bey
Anladığım kadarıyla, bu tür hikaye/anlatımlar/şehir efsaneleri ağızdan ağıza yayılıyor ve insanlar bunları anlatmaktan, dinlemekten hoşlanıyorlar; bunun da ötesinde, bu efsaneler üzerinden; „ben“ de dahil olmak üzere, geçmişi kurgulayıp, kökenleri araştırmaya, yaşanan anı ve yaşanacak olan geleceği anlandırmaya çalışıyor olmamız. İşin güzel ve kalıcı bir tarafı ileriki yıllarda, yaşın da ilerlemesiyle bu tür „Şehir efsanelerine „ kulak kabartmamaya, doğruyu bulmaya, efsane ile gerçeği birbirinden ayırt etmeye başlıyor olmanız.
Bu süreç bende de
farklı olmadı. 20-30`lu yaşlarımda Alaplı Tarihini araştırmaya başladığımda
„Şehir efsanesi“nin içini doldurmaya, Alaplı ile ilgili tarihi yazılanları
temin edip okumaya başladım. Çünkü biliyordum, tarih geçmiş hadiselerle meşgul
olur. Tarihin meşgul olduğu hadiseler bir iz bırakmış olan hadiselerdir. Bilindiği gibi bu
izlere vesika, belge, "doküman" diniliyor.
Tarihi belgeler yazılı olur. Tarihi kitabeler, tabletler, soyağaçları, takvimler, salnameler, fermanlar, biyografiler, hatıralar………….
Tarihi belgeler yazılı olur. Tarihi kitabeler, tabletler, soyağaçları, takvimler, salnameler, fermanlar, biyografiler, hatıralar………….
Kendi soyağacını yaratmak
İnsanlar kendilerini var etmek için, ki bütün büyük adamlar ve hayalperestler gibi, kendi kendi soyağacını yaratmak, kendi bağlantılarını kendi kurmak, yeni bir geleceği mümkün kılmak için geçmişi yeniden icat etmek istemişlerdir. Bunu bildiğim için ben de bu yolu denedim. İlk olarak Yazıcızade Hüseyin Bey'in soyağacını çıkartmaya koyuldum. Elimin altında bulunan belgelerde ancak 1900 yıllarına kadar uzanabildim. Daha ötesine gidemedim! Bu Alaplı ile ilgili tarihi araştırmalarıma engel değil tabiiki, tam aksine motive edici bir durumdu. Yıllık izinlerimde Alaplı`ya uğradığımda ailenin yaşlı kişileriyle konuşmaya onların anlatımlarını not almaya, varsa ellerinde eski/Osmanlıca „dokümanları“ temin etmeye çalıştım. İlk ulaştığım dokümanlardan biri aşağıda Yazıcizade kardeşlerin İstanbul`da kurmuş oldukları ticari bir şirkete ait olan alacak/verecek faturasıydı. Faturaya detaylı bakıldığında sol üst tarafta Yazıdji Zade Biraderler logosu görülür. Logonun alt kısmında Constantinople, hemen alt kısmında şirketin arması ve üst kısmı da Osmanlıca yazılmıştır. Bu belge küçükken „Şehir efsanesi“ olarak tanıdığım Yazıcızade Hüseyin Bey` in benim zihnimde efsaneden gerçeğe dönüşmesine vesile oldu.
İnsanlar kendilerini var etmek için, ki bütün büyük adamlar ve hayalperestler gibi, kendi kendi soyağacını yaratmak, kendi bağlantılarını kendi kurmak, yeni bir geleceği mümkün kılmak için geçmişi yeniden icat etmek istemişlerdir. Bunu bildiğim için ben de bu yolu denedim. İlk olarak Yazıcızade Hüseyin Bey'in soyağacını çıkartmaya koyuldum. Elimin altında bulunan belgelerde ancak 1900 yıllarına kadar uzanabildim. Daha ötesine gidemedim! Bu Alaplı ile ilgili tarihi araştırmalarıma engel değil tabiiki, tam aksine motive edici bir durumdu. Yıllık izinlerimde Alaplı`ya uğradığımda ailenin yaşlı kişileriyle konuşmaya onların anlatımlarını not almaya, varsa ellerinde eski/Osmanlıca „dokümanları“ temin etmeye çalıştım. İlk ulaştığım dokümanlardan biri aşağıda Yazıcizade kardeşlerin İstanbul`da kurmuş oldukları ticari bir şirkete ait olan alacak/verecek faturasıydı. Faturaya detaylı bakıldığında sol üst tarafta Yazıdji Zade Biraderler logosu görülür. Logonun alt kısmında Constantinople, hemen alt kısmında şirketin arması ve üst kısmı da Osmanlıca yazılmıştır. Bu belge küçükken „Şehir efsanesi“ olarak tanıdığım Yazıcızade Hüseyin Bey` in benim zihnimde efsaneden gerçeğe dönüşmesine vesile oldu.
Artık karşımda tarihi bir gerçek, tarihi bir kişilik vardı. Yazıcızade Hüseyin Bey „Şehir efsanesi“ olmaktan çıkmış, et ve kemiğe bürünmüştü. Ticaretle uğraştığı tarihi bir gerçekti. Osmanlı sarayının yakacak odununu, İstanbul halkının barınacak evine ahşap temin eden adamdı. Tomrukları Orhan Dağları`ndan kesip Alaplı deresine bırakıyor, karaya çıkartıp havuzlarda bekletiyor, daha sonra da onları talep edildiği şekilde kesip salapuralarla İstanbul`a gönderiyordu. Daha da öteye, Selanik‘ e taşıyordu. Geride Konak Mahallesinde 5-6 ahşap ev bırakan, -sanırım bu konaklar Yazıcızade kardeşlere aitti, (kendisinin oturduğu konağı ben görmedim, yaşlılar o konağın daha görkemli olduğunu anlatırlar] Yazıcızade Hüseyin Bey bende vazgeçilmez bir tutkuya dönüşüvermişti.
Hemen sırası gelmişken
yazmak isterim. Makaleyi uzatarak fazla da zamanınızı almak istemem. Aslında
bu makalenin yazılma sebebi geçen hafta yayımlanan ve Burhan Akbaş tarafından
yazılan „Alaplı Tarihi-Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivleri Belgelerine Göre„ adlı kitaptır. Sevgili Burhan`ın kitabına geçmeden önce,
Alaplı Tarihi ile ilgili neler yazılmış, benim zulamda neler var onları fazla
derine girmeden sıralayıp, Burhan`ın bana imzalayıp gönderdiği ve benim de
hızlı bir şekilde zevkle okuduğum kitaba geçeceğim.
Ama müsade ederseniz bir kaç şey daha yazmak, karalamak isterim.
Seyyahlar ve Ressam Aydın
Yılmaz
Sevgili Burhan, Alaplı
Tarihi kitabın önsözünde şöyle diyor: „Şöyle bir kolaylığa kaçmadım. Ereğli
tarihi Alaplı`nın tarihidir. Ereğli`de ne varsa, ne olduysa Alaplı`da da olmuştur.
Bu anlayış bir Alaplı Tarihi değil Ereğli Tarihi yazmak gibi bir sonuca
götürecekti.“
Sevgili Burhan Akbaş
bu konuda sonuna kadar haklı. Yukarıda aktardığım belirmemesine hiç bir
itirazım yok. Yanlız bunu yirmi otuz yıl önce söylemek zordu. Neden olarak da
şunları sıralamak mümkün.
Bir: Bilgiye ulaşımın eskiye nazaran daha rahat.
İki: Osmanlı arşivlerine ulaşım kolaylaştı.
Üç: Osmanlıca eskiden daha fazla ilgi götmekte.
Bir: Bilgiye ulaşımın eskiye nazaran daha rahat.
İki: Osmanlı arşivlerine ulaşım kolaylaştı.
Üç: Osmanlıca eskiden daha fazla ilgi götmekte.
Bunları neden yazdım?
Çünkü ben Alaplı Tarihini ilk olarak Ereğli Tarihini anlatan Alaplı`nın kısıtlı
bahsedildiği kitaplardan okudum. Bu kitapların başında Mücebbel Kıray hocanın
kaleme aldığı „Ereğli-Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası“ kitabı dır.
Mücebbel Kıray`ın sosyolojik alan çalışması beni yabancı seyyahların Alaplı ve
bölgesi üzerine yaptığı keşiflere yöneltti. Alaplı`ya yolu düşen Fransız, Alman
ve Rus seyyahların anlatımlarının peşine
düştüm.
Alaplı`ya yolu düşen
İngiliz gezgin William Ainsworth`in 1832 yılında Alaplı için şunları yazıyordu:
„2 Ekim 1838 - Hava sakin, erken yola koyulduk. Düne göre nehir biraz
düşmüş. Öğleden sonra Alaplı`ya ulaştık. 40`a yakın ev ve büyük bir hükümet
binası var, küçük bir balıkçı kasabası,
bir limanı var. İnce bir tahta köprüden
geçtik, 17 metre genişliğindeydi.“
Ainsworth`in
yukarıdaki ''büyük bir hükümet binası var, küçük bir balıkçı kasabası, bir limanı var. İnce
bir tahta köprüden geçtik'' anlatımı
yukarıdaki [Aydın Yılmaz] yağlıboya tablosundaki betimlemeye ne kadar uymakta.
Alaplı`nın önemli
ressamı Aydın Yılmaz`ın fırçasından çıkan yağlıboya tablosunun hikayesini sayın
Yılmaz dan okuyalım: „Alaplının 1935 - 1940 yıllarında çekilmiş bir
fotoğrafından yararlanarak yaptığım ve aslının Alaplı belediyesinde bulunduğu
yağlıboya tablomu sizlere sunuyorum. Sol üst köşede, bir kaç yıl önce yanarak
kaybettiğimiz ve mahalleyede adını veren, şu anda Almanya da oturduğunu
bildiğimiz İlhami Yazgan ailesine ait eski konak. Yine sol alttaki bina ise, o
dönemde Kılcaklı Hasseloğluna ( Hacı Salih oğluna ) ait, ve altında ün
değirmeni olduğu söylenen binadır. Bu bina şimdiye dek bilinen 3 kere el
değiştirmiştir. Şu anda Erginler ticaretin bulunduğu binadır. Onun karşısındaki
ise şimdiki belediye binasıdır. Bunun sağ alt katında rahmetli Kuru Eyüp`ün
kahvehanesi vardı. (Ağaç dibinde oturanların bulunduğu kısım) Bu kahvehanenin
taş duvarına kadar yanaşmış tekneler ve ileride eski tahta köprü görülüyor. Bu
köprünün sol bas hizasında bulunan bina ise ünlü Safranbolu lu Bestekar,
Rahmetli Sadi Yaver Ataman ın müzik öğretmenliği yaptığı taş mektep binasıdır.
Yani o dönemde İlk ve Orta okulun eğitim gördüğü yerdir. Tablonun solunda dere
kenarında ise, Rumlar döneminden kalma tuvaletlerin kalıntısı vardır. Onun
önündeki kayaların, iskele gibi kullanıldığı dikkati çekiyor, ayrıca yeni
yetiştirilmeye başlanan Fındıkların çuvallarla kalaşlar üzerinden teknelere
yüklendiğini görüyoruz.“
Sayın Yılmaz`a
Alaplı`yı tuvallerde ölümsüzleştirdiği ve anlatımları için teşekkürlerimi
sunuyorum. Dilerim Alaplı halkı sayın Aydın`ın değerini bilir ve ana olan
saygısını her daim gösterir.
Sayın Aydın Yılmaz`ın tuvaline yansıyan 1935 tarihli orjinal Alaplı fotoğrafı. Bu fotoğrafın dışında Alaplı`nın daha eski bir fotoğrafı malesef yok.
İbrahim Oral`ın Kaleminden
Alaplı
Sayın Aydın Yılmaz kadar
Alaplı`ya emeği geçen biri de İbrahim Oral`dir. İbrahim Oral. Cumhuriyetin
yetiştirdiği öğrenmenlerden biridir. Kastomonu Gölköy Enstitüsü mezunudur. Otuz
yıl öğretmenlik yapmıştır. 1977 yılında emekliye ayrıldıktan sonra, öğretmenlik
yaptığı yıllarda tututuğu notları Alaplı ve Çevre İncelemeleri adı altında
kitap olarak yayımlamıştır. Alaplı tarihi ile ilgili en kapsamlı ve ilk kitap
olması nedeniyle oldukça önemlidir. Ayrıca kitap bire bir Oral beyin
gözlemlerine, yaşadığı, tanığı olduğu hatıratlara dayanmaktadır. O denenle
kitapta müthiş bir forklorik bilgi birikimi vardır. Bu kitap bir çok araştırmacıya, Alaplı
Taihine ilgi duyanlara kaynak olmuştur. Kitabın ikinci baskısının yapılması
konusunda Alaplı`nın çalışkan ve kültürel konularına duyarlı, Alaplı sevdalısı
Sayın Nuri Tekin`e buradan çağrı yapıyorum. Sayın Tekin, lütfen bu kitabın
ikinci baskısını yapın, çünkü bu kitap çok önemli ve bire bir Oral beyin gözlemlerine
dayanmakta. Gençlerin bu kitabı okuması
gerekli. Ayrıca bunu yapmakla Alaplı Tarihi hakkında araştırma yapacak
kişilere önemli bir kaynak sunmuş olursunuz.
Foto: Halil Erdem |
Oral Bey Konak ve
Yazıcizade Hüseyin Bey hakkında şunları yazar kitabında:
"Alaplı da Rum ve
Ermeniler`in oturduklarını daha önce yazmıştık. Rumlar Buraya Samako derken
yerli halk da buraya KONAK adını takmıştır. Bu KONAK adı Yazıcıoğlu Hüseyin Bey
in cami karşısına yaptırdığı yüksek ve güzel binadan dolayıdır. Alaplı tarihine
bakıldığında iki tane Yazıcıoğlu Hüseyin görülür. Birinci Hüseyin Bey Koca
Yazıcıoğlu diye anılır. Mezarı Büyüktekke de dir. Sandukalı bir mezardır.
Başucunda İstanbul ve Edirne mezarlıklarındaki gibi mermer sarıklı bir taş
vardır. Bu taşta 1243 tarihi mevcuttur ve ölüm tarihidir. Bugünkü hesaba göre
1827-1838 i gösterir. Bu Koca Yazıcıoğlu beş kardeşi ile Büyük Tekke Köyü ne
gelmiştir. Zaten Alaplı`dan önce ilk yerleşim yeri olarak Büyük Tekke Köyü
olduğu bilinmekte. Yazıcıoğlu Hüseyin Bey in diğer kardeşlerinin mezarları da
Büyük Tekke Köyünde bulunmakta. İsimleri şöyle; Yazıcıoğlu Hacı İbrahim Ağa,
Yazıcıoğlu Hacı İsmail Ağa, Yazıcıoğlu Hacı Osman Ağa, Yazıcıoğlu Hacı Mehmet
Ağa, Yazıcıoğlu Hacı Çelebi Ağa, Yazıcıoğlu Hacı Hüseyin Bey.
Hacı Hüseyin Bey`in kabri |
Yukarıda sözünü ettiğimiz
Hacı Hüseyin Bey`in kabri Alaplı mezarlığındadır. Onun öleli 75 yıl olmuştur.
Miladi tarih ile 1916 da olmuştur. İki Hacı Hüseyin Bey arasında 83 yıl vardır.
Alaplı da ki caminin 1832 yılında Hacı Hüseyin Beyin yaptırdığını kabullenirsek
Büyüktekke deki Hacı Hüseyin Beyin ölüm yılna rastlar. Yani Alaplı caminin
yapılmasının Alaplı`da meflun olan Hüseyin Beyin yaptırması olanak dışıdır.
Ancak Alaplı`da ki Hüseyin Beyin caminin ön kısımdaki ki çikmayı yaptırmış
olama ihtimali yüksektir."
Konuyu uzattım
farkındayım ama bu bilgileri aktarmadan sevgili Burhan Akbaş`ın Alaplı Tarihi
çalışmasına geçmek ondan önceki yapılmış çalışmalar haksızlık olurdu. Çünkü
evrendeki herşeyin şu veya bu şekilde birbirine değişken bağlarla bağlı
olduğunu, herşeyin değişip, hiçbirşeyin aynı kalmadığını, niceliksel
birikimlerin niteliksel değişimlere yol açtığını, değişimlerin anlık krizler,
patlamalar veya tedrici ilerlemeler ile geldiğini, bilginin bir sonraki adımı
tettiklediğini, onu daha anlaşılır kıldığını biliyoruz. Sayın İbrahim Oral Alaplı
ve Çevre İncelemelerini yazmamış olsaydı sevgili Burhan Akbaş`ın çalışması bu
kadar etkili ve önemli olmayabilirdi! „Etkili ve önemli“ dedim… neden bunu
kullandım birazdan yazacağım.
İki çalışmadan daha
mutlaka bahsetmeliyim. Onlardan biri Prof. Enver Konukçu`nun Alaplı
Belediyesi´nin girişimiyle 2003 yılında hazırlayıp, taslak halinde Alaplı
Belediyesi`ne sunmuş olduğu ancak
yayımlanmamış, Kara Elmas`ın Alaplı`sı adlı akademik çalışmasıdır. Konukçu`nun
çalışması akademik çalışması masabaşında, kütüphane kaynaklarını tarayarak
hazırlamıştır. Bunu belirtirken çalışmanın yetersiz olduğunu ima etmek
istemiyorum. Tam tersine tarihçinin
üzerinde çalışmak istediği mesele ile ilgili olan bütün belgeleri aramak
zorunluluğu vardır. Sayın Konukçu akademik kimliği ile arşivlerdeki bilgileri
toplayıp masa başında yazmayı tercih etmiştir. İyi de yapmıştır. Bu çalışma da
Alaplı tarihi açısından bir aşama olup içersinde önemeli bilgiler
barındarmaktadır. Bence kitap olarak da basılmalı.
İkinci çalışma
Ereğli`de eczacılık yapan Sadun Duran`ın çalışmasıdır. '1869-1916 Kastomonu ve
Bolu Salnamelerinde Ereğli' adlı çalışmadır. Bu kitapla ilgili geniş bir makale
yazacağım için burada nokta koyup Sadun`a bu çalışmasından dolayı teşekkürlerimi
gönderiyorum.
Şimdi bu makalenin ana konusu olan Burhan Akbaş`ın Alaplı Tarihi-(Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivleri Belgelerine göre) kitabına geçmek istiyorum.
Alaplı Tarihi- Burhan Akbaş
„Salname“ kelime
anlamıyla yıl demek olan sal ile mektup-kitap anlamına gelen namenin birleşmesinden
oluşmutur. Günümüzdeki karşılığı ise „yıllık“tır. Burhan Akbaş'ìn kitabında
çokça geçtiği için kısa bir açıklama gereği duydum.
Birinci olarak: kitabı
okuduktan sonra zihnimde kitapla ilgili bende oluşan imajı sizlerle
paylaşayım.
Kitap kolay okunan ve okunurken sıkmayan, anlaşılır, sade dille yazılmış.
Kitap kolay okunan ve okunurken sıkmayan, anlaşılır, sade dille yazılmış.
Bu çok iyi!
Neden?
Tarih kitaplarının
okuyucusu çok değildir! Konuyla ilgili ön bilginiz yoksa okuduğunuzu
anlamazsınız!
Kişi bir kaç sayfa sonra
okumayı bırakır, kimseye de okuması için tavsiye etmez. Sevgili Burhan
çalışmasını okunur kılmak için elinden
geleni yapmış. Tarihsel olguları, kısa yorumlayarak, kaynaklara boğmadan sade,
anlaşılır, kısa ve özetleyerek vermiş.
Bir anlamda Alaplı Tarihi`ne ilgi duyan/duyacak olanlara rahat okunur bir çalışma hediye etmiş.
Bir anlamda Alaplı Tarihi`ne ilgi duyan/duyacak olanlara rahat okunur bir çalışma hediye etmiş.
İkinci olarak: Sevgili
Burhan çalışmasında kullandığı tüm görsellerin kaynağını vermekle bilimsel
çalışmalardaki etik/saygı karnesine bağlı kalmış. Bu Burhan`ın bilime/emeğe
sevgiyle, saygıyla, tutkuyla bağlı kaldığını gösteriyor. Bu tarz tarihi
çalışmalar „Nasıl olmalı?“ sorusuna gösterdiği örnek davranışla kendinden
sonra gelecek olan yazarlara örnek olmuş. Örneğin: kapaktaki fotoğrafın Ekrerm Yüksel'e ait olduğu belirtip Ekrem`in „yayımlayabilirsin“ onayını almış. Ekrem,
70`li yıllarda çektiği Alaplı panaroma fotoğraflarını, -ki 3-4 taneydi, ben bir
araya getirip kendi internet sayfasımda yayımlamıştım, sevgili Burhan bana
ulaşıp paylaştığım forografı kullanma izni istedi. Ben de kendisine teşekkür
edip kullanabileceğini söyledim. Bu nedenle kitapta fotoğrafı düzenleyen olarak
benim ismimi vermiş. Bu davranışı ile Burhan emeğe olan saygısını, bilime olan
sevgisi bir kez daha göstermiş.
Kitabın sunu yazısı
Yazıcıoğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı, adaşım İlhan Yazıcıoğlu`na
ait. Çok iyi bir iş yapmış İlhan!
Adaşımın bu konulara duyarlı olduğunu biliyorum. O denenle kendisine
buradan teşekkürlerimi iletmek isterim.
İlkçağdan Türkiye
Cumhuriyeti`ne kadar olan süreçte Alaplı`nın "Kales-Samako-Alabli" ve
en son olarak, günümüzde bilindiği adı ile "Alaplı" olarak kayıtlarda
geçtiğini öğreniyoruz. Yanlız bugünkü şeklini alma süreci tam belirgin
değil. Sevgili Burhan bu süreci kitabının 14. sayfasında açıklamaya çalışmış
ama ileri sürdükleri tatmin edici değil!
Alaplı nasıl Alaplı oldu hala muamma.
Alaplı nasıl Alaplı oldu hala muamma.
Sevgili Burhan kitabının önsözünde "Ereğli tarihi
Alaplı tarihidir" kolaylağına kaçmadım dese de 15 sayfada "Alaplı`nın
tarihini Ereğli`nin tarihinden ayrı düşünmek mümkün değildir"
belilemesiyle çelişkiye düşerken, Ereğli`nin önemine vurgu yapmakta.
İlkçağda Alaplı`nın
Marianddiyanlar, Megaranlar, sonra Roma dönemi, ardından Bizans dönemi ve
Türkler gelmeden önce de Cenevizler Alaplı`ya hakim olmuş. Alaplı`ya hakim
olmuş bu medeniyetler ile ilgili elimizde malesef kayde değer bir veri yok.
Nasıl olsun, bu verilere ulaşmak için arkolojik kazıların yapılması, arkolojik kazıların yapılması için de ilgisizlikten harabeye dönmüş, korunmaya muhtaç kale, kilise ve buna benzer tarihi kalıntıların ilk olarak korunmaya alınması gerekmekte.
Nasıl olsun, bu verilere ulaşmak için arkolojik kazıların yapılması, arkolojik kazıların yapılması için de ilgisizlikten harabeye dönmüş, korunmaya muhtaç kale, kilise ve buna benzer tarihi kalıntıların ilk olarak korunmaya alınması gerekmekte.
Kitaptan Osmanlı`nın
Alaplı`yı hangi tarihte kontrol etmeye başladığını öğrenemiyoruz. Bilinen Bolu ve
çevresininin alınmasının ardından Orhan Bey zamanında tamamlanmış olduğudur.
(Sayfa 19). Alaplı`nın Osmanlı tarafından ne zaman alındığını öğrenemiyoruz ama
bir konuda kitabın çok çarpıcı bilgiler aktardığına tanık oluyoruz. Osmanlı
Cumhuriyetin kurulmasına kadar 3-4 tane yönetim şeklinin denendiğini, -ki bunu
tüm Osmanlı`nın hüküm sürdüğü topraklarda uygulanmış yönetim şekilleridir.
Nedir onlar?
1-Voyvadalık (17.
yüzyıl)
2-Ayanlık (1800`u
yıllardan itibaren)
3-1850`den sonra
Kaza Müdürleri dönemi
Sıraladığım üç yönetim
şeklindeki yönetim konumlarındaki kişilerin, -ki bunlar Osmanlı kayıtlarında
kayıt altındadır, servet ve güç peşinde olduklarını, halkın fakirleşmesi ve
toplumsal felaketlere yol açmış olduklarını kitaptaki belgeler çarpıcı bir şekilde
kanıtlıyor. Her üç yerel yönetim şekli halka refah getireceğine yöneticilerin
zaaflarından, açgözlüğünden, hırslarından dolayı sekteye uğramış ve bu nedenle
bu yönetim şekilleri şehirlerden kasabalardan kaldırılmış.
Halka zulüm edenler arasında "Şehir efsanesi'nden gerçek efsaneye dönüşen Yazıcızade Hüseyin Bey'inde bulunduğunu burada açıkça söylemek lazım! (sayfa bak: 25)
27. sayfaya
geldiğimizde çok ilginç bir ölüm olayı karşımıza çıkmakta. Bu ölüm sıradan bir
ölüm değil! Yazıcıoğlu, yani Yazıcızadelerden Alaplıyı 1850 yıllarında yöneten
Ömer Bey`in bir İtalyan doktor tarafından zehirlenerek öldürülmesi ve sonrasında İtalya‘nın
elini kolunu sallayarak kaçması.
Kitapta ilgimi çeken
konulardan biri de, daha doğrusu Bolu ve Kastomonu salnamelerinde konu olan ve
Alaplı´da yaşamış gayrimüslümlerin durumu. Burhan`da kitabında
gayrimüslümlerden bahsetmiş ve şöyle tespitlerde bulunuyor (sayfa 42):
"Gayrimüslümlerin daha çok ticaret ve sanata uğraşlamaları nedeniyle etki ve etkinlikleri fazlaydı."
Yine aynı sayfada:
"Osmanlı Devleti`inde ticaret Türkler`den ziyade gayrimüslüm azınlıklarca yapılmaktaydı."
Burhan`ın yazmış olduğu bu iki tespitine kimsenin itirazı yoktur sanırım. Ticaretin yönetimi gayrimüslümlerin üzerinden yürüyordu doğru. Bu Alaplı ve çervresinde de farklı değildi. Bunun çok iyi bilinmesine rağmen, gayrimüslümlerin bu özellikleri çoğu yerde eş geçilip vurgulanmıyor, göz ardı ediliyor, yok sayılıyor.
Örneğin 25 sayafada olduğu gibi……
"Alaplı sadece orman varlığı ile değil gemicilik sanatıyla da adından söz ettirmiştir. Alaplı`nın Kılcak, Tekke-i sağır, Sabırlı, Sinekir, Bölücek ahalisi bu meslekte (gemi yapımında) oldukça başarılı olmuştur. İnşa ettikleri mavna ve salapura cinsi deniz taşıtlarını İstanbul`a götürerek satmışlardır. Alaplı gemi ustaları sadece Alaplı`da gemi inşaa etmemişler İstanbul ve diğer tersanelerde de çalıştırılmışlardır."
Burdan şunu mu anlamalıyız?
Toprakla uğraşıp geçimini topraktan sağlayan Alaplı`nın Türk ahalisi bir günde toprağını bırakıp gemi işine girdi!...
Yok böyle birşey!!
Herşeyin bir öncesi ve
sonrası olduğu gibi bu işin de bir öncesi bir sonrası var. Alaplı ahalisi gemi
inşasını bir çok meslek grubunda olduğu gibi gayrimüslümlerden öğrenmiştir.
Bunda utanılacak sıkılacak birşey yok! Bu Türkler`in ne kadar yetenekli olduğunu, gayrimüslümlerinde mesleklerini Müslümanlara
göstermekte bir sorun yaşamadıklarını gösterir.
Kitabın sayfalarını çevirmeye devam ediyoruz. Osmanlı sarayı ve İstanbul ahalisinin Köroğlu`nun mekanı Bolu Dağları`ından yetişen Çam, Köknar, Kayın, Gürgen, Meşe ağaçlarıyla ışındığını, ahşap evlerin inşaa edildiğini öğreniyoruz. Bu değerli ağaçların yanı sıra Alaplı`nın 1800`lu yılların ilk ve ikinci çegreğinde çevredeki şehirlere göre (Düzce, Ereğli Gerede, Akçakoca) Alaplı`nın daha fazla hayvan vergisi verdiği belirtiliyor. Bunların tümünü neye bağlamalı bilemiyorum ama okuduklarımdan çıkardığım şu: Alaplı`nın deniz kenarında olması, Bolu Ormanları`na yakın bulunma avanjacını çok iyi kullanmış görünüyor. Tanzimat döneminde vergilerin biraz azaldığını, yani üretimin gerilediği görmekteyiz. Cumhuriyet ile birlikte fındık ve çileğin öne çıktığı, Ereğli Demir Çelik Fabrikası`nın kurulmasıyla Alaplı`nın ikinci, hatta üçüncü kümeye düştüğünü gözlemlemek mümkün.
Türkiye’nin çeşitli
bölgelerden göçler olmuş Alaplı`ya. Gelenler Ormanlık alanlara yerleşmek
istemişler, kabul edilmemişler. Zorla geldikleri yere geri gönderilmesi
istenmiş. Bir bölümü kalmış. Doğal afetler yaşanmış fırtılnalar kopmuş... Büyük
bir yangın çıkmış 1882`de. Alaplı çarşısının tamamı yanmış. Birileri zorunlu
sürgün edilirken, arkadan gelenler gidenlerin malına konmuş devlet eliyle.
Bakın size bir örnek vereyim: Dünyanın her
yerinde bu böyle oluyor. Selanik bir
Yahudi şehridir, 1917 yılına kadar. 1912`de Osmanlı Selanik`i Yunanlılara
bıraktığında şehirde 150 bine yakın Yahudi, 40 bin Rum, 30 bin de Türk
yaşıyordu. 1917 de büyük bir yangın çıktı. 3-4 gün önü kesilemedi/kesilmedi.
Yahudilerin bulunduğu alan tamamem yandı..... Bugün Selanikte kaç Yahudi
yaşıyor sanıyorsunuz. 3-4 bin,....
Bir yangın sonrası,
şehir tamamen temizlendi. Buna Tanrının lütfu mu demeli?
Sevgili Burhan Akbaş`ın kitabının sonunda yazdığı SON SÖZ`e bir kaç ekleme yapmak isterim. Daha doğrusu son sözü ben olsam şöyle yazardım:
„Alaplı, sahip olduğu doğası
ve tarihiyle her türlü gururu taşımayı hak etmektedir. Alaplı gayrimüslümlerin
de yaşadığı Orhan Gazi`dir, Çarşısı
II. Abdülhamit Han`ın eseridir. Alaplı Nahiyesi`nin altındaki imza Gazi Mustafa
Kemal ATATÜR`ündür.
Alaplı`yı tarih boyunca önemli kılan, orman varlığı ve Ermeni ve Rumlardan kalan gemicilik sanatı olmuştur………“
SONUÇ
Tarih yazanlar yok
olmuş bir dünyayı gün ışığına çıkarırlar. Tarih yazmak yaratıcı bir edimdir.
Tarih yazımında hayal gücünün rolü, var olmayanları uydurmak değil, var
olanları anlaşılır kılmaktır.
Alaplı Tarhi`ni ANLAŞILIR kıldığın için teşekkürlerimi gönderiyorum sana sevgili Burhan, hem de taaa Alamanyalardan........